30 Kasım 2008 Pazar

GEL

Gel, gidelim biz yeşilliklere. Tenimizden aksın güneşin sesi. Nerde kalmışsa huzur çıksın artık ininden. Sadece birbirimizi görsün gözlerimiz.

Topraktan mı çıkar aşk, evlere dağılır? Bacalardan mı tüter eğer mutluysan? Benim kalbim görmemiş ne zamandır, sanki evde hayaletler dolanır, yankılanır sesler rüyalarımda.
Bir kalabalık ne zamandır, ama bomboş dünyanın içi. Uğultudan göz gözü görmüyor. Belki ondan göremedim seni. Ama hep gözümün önünde miydin sanki? Ben inanmam, sen beni bulmalıydın önce. Ben tanırdım, evet bu o, derdim ama ancak sen karşıma gelince. Çok kaybettim belki de bu yüzden. Uzağı seçemiyor gözlerim iyice. Çok gidemedim ben hiçbir yerden. Hep kaldım bir arada derede.

Hep kaldım ben orada burada. Oyalanıyormuşum ne zamandır, şimdi seni görünce anladım. Seni beklerken vakit mi öldürüyormuşum? Çok bekledim aslında seni, birazcık geç kaldın. Günlerden aylardan sonra şevki kaçar mı aşkın?

Kimlerden kimlerden bahsedesim var sana, sen sustur beni. Çok konuşanı sevmez erkek milleti=) yoktun ama sen, hep biriktirdim. Belki ondan korktun, gelmekte tereddüt ettin. Ama bak yine de kıyamadın geldin. Az az anlatırım söz, sıkmam seni. Aslında eğlenceli biriyim ben bakma kimse beni görmedi. Şimdi heyecanlandım da biraz görünce seni. Ondan çenem düşer ama geçer, çok sürmeden.

Topraktan mı çıkar aşk, sen nereden çıktın da geldin böyle? Gözlerimden tütsün mutluluğun görünsün en uzaktan bile. =)

22 Kasım 2008 Cumartesi

DUA

Sabah sabah resimlerine bakmak iyi bir fikir değildi kabul ediyorum.

Çünkü heyecan yapıyorum elimde değil. Tansiyonum çıkıveriyor, çarpıntım başlıyor. Göğüs kafesime sığmaz oluyor kalbim birden, panik atak değil bu doktor!!

Kim bilir kaç kişi geldi bu şikayetlerle sana ve sen ilaç buldun iyi ettin onları… Bense hiçbir şey istemiyorum senden, sadece hafif bir gülümsemen yetecek beni iyi etmeye…

Akşamları da resimlerine bakmak iyi olmuyor. Geceleri daha tehlikeli oluyor hayalin. Daha dayanılmaz oluyor sensiz dünya, daha uyunmaz oluveriyor. Kaç mektup yazdım sana öyle gecelerde, sayfa sayfa hepsi bende duruyor. Sana gitmeyecek hiç biri…

Günün hiçbir saati için iyi değil resimlerin… Benim için hepsi uygunsuz içerik sensizken. Sen bunları bilmiyorsun diye belki de sevinmeliyim. Bu halimi bilsen… en azından şimdi içimde salak bir ümit var. Belki bir kez daha görürsem…

Bir gün biz de yan yana olacağız diyorum. Buna inandırmak istiyorum kendimi. Çocuk gibi. Şimdi zamanı değildi, ama ben bıraksam da Tanrı bırakmayacak bu işin peşini… saçmalıyor muyum? Koskoca Tanrı değil mi? İşi gücü kalmamış, bizi denk getirmeye uğraşacak… Olsun, belki de yapar? Kime yalvarabilirim ki ondan başka?

Seni gördüğüm ilk anı hatırlıyorum… sabahın kör vakti, daha uyanamadan aşık olur mu insan? Seni gördüğüm her anı hatırlıyorum. Eksiksiz hepsini tutuyorum hatırımda…neden? bilmem belki de silemediğim için… o anların sayısız olacağı zamanları umduğum için, o kadar sık olsun ki, adı her an olsun. Her an göreyim seni yanı başımda…

Sen? Beni gördün… bunu hatırlıyor musun acaba? Ayıp değil ki birini hatırlamak, ne olur hatırla… en azından bir insanın varlığından haberdar olduğunu göster. Bari sıfırdan başlamayalım. Ne küçük şeylerle mutlu oluyorum görüyor musun? Bu bir artı getirir umarım bana…

İnanmıyordum dualara, kadere, kısmete.. İnandırdın. Çünkü çare bırakmadın. Şimdi muhatabım sen değilsin benim… Ne olur Tanrım, bir araya getir bizi günün birinde, bu halimi hatırlayıp gülümseyeyim. Amin.

15 Kasım 2008 Cumartesi

FIRTINA


Seslenebilseydim ardından
Gökyüzü dolardı sesimle
Ama sen duyamazdın yine
Görebilseydin en mavi
Görebilseydin çocuktum
Bir coşkun bir durgun ama
Sen bakamadın nedense
Gözlerin karanlık geceler gibi kapalı
Sesin terkedilmiş diyarlar
Rüzgarım duyulur inceden
Bir ince yağmur olup, ağlar

Damlalarım düşse de üstüne
Suların hiç bulanmaz değil mi
Fırtına da olsam uğultum
Gelir geçer sarsmaz

12 Kasım 2008 Çarşamba

Papatyalar...


Hatırladığım; hayatımda aldığım en güzel çiçeklerdi seninkisi…
Bir sürü neşeli papatyanın içinde renk cümbüşü olmuş somon güller…

Dört sene boyunca ağzımdan her çıkanı zihnine kazımış, hepsini bir sır gibi saklamıştın.
Sonra o hazineni, bir buket yapıp vermiştin elime…
Saf bir sevginin pırıltıları vardı üstünde.
Öyle kocamandı ki buket, sevgin kadar kocaman…
Bense tutamadım ateşe dokunurum korkusundan.
Buket, masada kaldı boylu boyunca…
Elime değmeyince elin, papatyaların boynu bükük, senin gönlün kırık kaldı masada.
Halbuki herşeye öyle kendini kaptırmıştın ki… Bir rüyada yaşıyor gibiydin...

Üzgünüm ama küçük sevgilim, seni kırdığımı çok sonra anladım…
Benden habersiz kendinden büyük işlere kalkışmıssın.
Hatırımda, öyle kaldın…

Sanırım o günden sonra da öyle büyük hevesler edinmedin.
Kendine yetecek kadar yaşadın.
Fazlasına artık niyet etmedin.
Kendine yazık ettin, korkak kaldın...

Her ilkbahar geldiğinde, papatyalar açmaya başladığında ise senin o saf aşkını hatırlarım… Üzerimde iz süren bakışlarını…

Şimdi ise, yaşadığım sonbahar...
Vakit ise papatyaların ıssızlığı…

11 Kasım 2008 Salı

MEÇHULE GİDEN GEMİ


2004 yılı, soğuk bir Varşova akşamı. Yerinde duramayan İtalyan konuşmacıyı herkes can kulağıyla dinliyor. Türk olanlar oldukça dikkatli, çünkü konuşmacı Türkiye’nin AB genişleme sürecindeki performansını değerlendiriyor. Konferansın sonunda, hasbıhal etmek için toplanıldığında İtalyan konuşmacı gruptan birinin Türk olduğunu öğreniyor. Adamın yorgun çehresi birden aydınlanıyor, gayet akıcı bir Türkçeyle şaşkın Türk’le sohbete başlıyor. İlk sorusu Yahya Kemal Beyatlı’yı tanıyıp tanımadığı oluyor. Türk’ün anlayamadığı bir heyecanla Beyatlı’nın Varşova büyükelçiliğinde görev yaptığını, mutlaka elçiliğe gidip odasını görmesi gerektiğini söylüyor. Türk, sohbet bittiğinde toparlanamıyor, soğuk lise kitaplarında bıraktığı “Sessiz Gemi”yi ve “Mehlika Sultan’a âşık yedi genç” diye başlayan o anlamsız şiiri yazmış Beyatlı’nın nesinin bu kadar etkileyici olduğunu bir türlü kavrayamıyor. Ta ki Beyatlı’nın izini sürerken “bulduğu”, ancak Varşova’da yazılabilecek Kar Musikileri’yle karşılaşıncaya kadar:
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu

Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı ....

“Kar Musikileri”’nin ardına gizlenmiş ve Beyatlı şiirinin imi olmuş yalnızlık ve çaresizlik duygusu bu toprağa bulanıp da bir nedenle başka diyara savrulan her gurbetçiyi etkiler; çünkü Yahya Kemal de gurbetin acı suyunu iştahla içmiş olanlardandır. Hayatının önemli duraklarına hep göç ederek varmıştır. 1884’de Üsküp, Rakofça’da Ahmed Agah olarak dünyaya gelen Yahya Kemal ailesiyle önce Selanik’e yerleşmiş; ancak babasının yeniden evlenmesini hazmedemeyip soluğu ilk önce Üsküp’te sonra İstanbul’da almış akabinde de kendisini dönemin yükselen kenti, özgürlükler şehri Paris’te bulmuştur. Bu hülyalı gencin yanında adeta bavulu gibi taşıdığı yalnızlık ve çaresizlik duygusunun olgunlaşması ve şiirsel rayihasının kıvama gelmesi için Paris onu oldukça hırpalamalı, hırpalarken de zevk vermeliydi, nitekim öyle de oldu. Paris’te geçirdiği sekiz yıl maddi ve manevi olarak oldukça çetin geçmiş; ancak tattığı entelektüel haz ve eriştiği akademik seviye onu son derece mutlu etmişti. Dönemin ünlü şairlerini ve siyasi figürlerini yakından tanımış, Avrupa’yı saran Marksist ve sosyalist damarla doğrudan tanışma imkânı bulmuştu. Bu süreçte iyi bir şairin sadece hisleriyle değil aklıyla hareket etmesi gerektiğini kavrayan Yahya Kemal tezini yazma aşamasına gelmişken 1912’de, yine kendisine yakışan ani bir kararla İstanbul’a dönmeyi seçti.

1912’lerin oldukça karmaşık, harp ve toprak kaybı haberleriyle gün geçtikçe daha çok sarsılan Osmanlı’sının Yahya Kemal’i hem boğduğunu hem de yalnızlık duygusunu hafiflettiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. İstanbul Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı dersleri verip şehrin edebiyat âleminde gazete yazılarıyla tanınmaya başlanan Yahya Kemal yaşamının sonuna değin olduğu gibi “kaçar ayak” yaşamaktaydı. Çok yakın çevresine bile hem yakın hem çok uzak ve erişilmez gelen bir “tuhaf adam”dı o; avuçta durmayan kaygan bir sabun ya da yakalanamayan acemi balık.

Cumhuriyet Dönemi ile birlikte Beyatlı başka bir kulvara, aslında babasından dolayı pek de yabancısı olmadığı siyaset ve bürokrasiye kaymayı seçti. Varşova, Madrid, Pakistan büyükelçiliklerinden milletvekilliğine uzanan bu macera onu şiirden koparmadı aksine uzun zamandır üzerinde çalıştığı şiirlerini yayınlatma cesareti verdi. Şiirinin içine gizlenmiş müzik, “beyaz dil”e ulaşma ülküsü, Fransız sembolistlerinin etkisini taşıyan kapalı ve hüzünlü şiirleri övgü alırken, kimi şiirlerindeki sadelik ve aşırı coşumculuk basit ve tekdüze bulunup eleştirildi. Muhafazakar-milliyetçilik kokan şiirleri onu bir kesimin gözünde modern şiir dilinin babası yaparken başka bir kesimin onunla hiç barışamamasına neden oldu.

Hayatı boyunca aile kurmamış Beyatlı son durağı Park Otel’e 1949 yılında demir attı. Oldukça yorgun “gemisi” 1 Kasım 1958’de, belki de bir “rind akşamında”, Rakofça’daki çocukluk günlerinin tatlı hatırasıyla “meçhule gitti”, aklından hiç çıkaramadığı o “dişi parsın ela gözleri” eşliğinde.


Sinem Meral

KADINLAR YAZAR!


Dertli bir çağda yaşıyoruz. Örselenmiş bedenlerimizi günlük koşuşturma teslim ederken hayatın üzerimize boca ettiği tonla değersizleşmeyi, eksilmeyi, ezilmeyi, yoksunlaşmayı olağanlaştırıp bunları olmamış farz ediyoruz. Gün geçtikçe daha tahammülsüz, hoşgörüsüz, faşist, fanatik, muhafazakâr ve kadın düşmanı oluyoruz. Tüm bunlar olurken bir rahatsızlık duyuyor muyuz acaba? Ne mutlu ki bundan oldukça rahatsız olanlar var. Öyle ki bu “rahatsızlık” duygusuyla düşünüyor, harekete geçiyor, sivil dile sahip çıkarak dernekleşiyorlar. İşte “rahatı yerinde” olanları “rahatsız etmek” için İzmirli kadın yazarlar bir araya gelerek İzmir’de Kadın Yazarlar Derneği’ni kurdular. Aşağıdaki Kuruluş Bildirgesi’nde açıkça söylendiği gibi kadınlığın sadece cinsiyet eşitsizliğine değil dünyadaki tüm eşitsizliklere diklenme imkânı veren bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorlar. Bu kadınlar, düzenin keyfini bozmadan ne cinsler arası eşitsizliğin ne yoksulluğun ne savaşın ne de sömürünün biteceğinin bilinciyle yola çıktılar… Yolumuz açık olsun!

“Biz edebiyat, sanat, eğitim, kültür ve bilim alanlarında yazılar yazan ve yayımlayan; kadından yana pozitif ayrımcılık yapmayı yaşam felsefesi edinmiş; dinle yönetilmeye, ırkçılığa, savaşa, her türlü emek sömürüsüne karşı çıkan ve mücadele eden pek çok kadın yazar bir araya geldik.

Sadece kadın ve erkekliğin çetrefilli konularına değil dünyada ve toplumlarda var olan adaletsizliğe, çarpıklıklara, yoksulluğa, bilgisizliğe tüm içtenliğimiz ve inatçılığımızla başkaldırdık.

BU BAŞKALDIRI; Kadının kalemi eline alıp kendisini dile getirmesi, kendi adını kendisinin koyması, simge olmaktan çıkıp simgeleyen dönüşmeye kalkışması demektir.

BU BAŞKALDIRI; Geleneksel kadın-erkek ilişkilerini ters yüz etmek, egemen ideolojinin kadına yönelik ayrımcılığını ortadan kaldırmak demektir.

BU BAŞKALDIRI; Egemen sistemin iktidar ilişkilerini sorgulayarak ataerkil zinciri kırmak demektir.

BU NEDENLE;

Kadın Yazarlar Derneği; Dünyada ve ülkemizde kadına yönelik uygulanan ekonomik, sosyal, dinsel ve militarist politikalara karşı güçlü bir duruştur.

Kadın Yazarlar Derneği; Bütün önyargıların yıkılıp kadınların özgürleşme yolculuğunda ortak bir sestir.

Kadın Yazarlar Derneği; Eril dili reddederek kadınların duyguları, düşünceleri, kadınlık deneyimleri ve değerleriyle yaratılmış yeni bir dilin oluşmasında emek veren kadınların buluşma noktasıdır.

Kadın Yazarlar Derneği; “Kadının kurtuluşu insanlığın kurtuluşunun bir öyküsü ve işareti olacaktır” görüşünü bir ilke edinen kadınların bir oluşumudur.

BİZ KADIN YAZARLAR, yolumuzun zor ve uzun olduğunun bilincindeyiz. “Yaşamı daha iyiye ve güzele dönüştürmek için yazıyoruz.” Yola ne kadar kalabalık devam edersek ayak seslerimizin daha gür işitileceğini biliyoruz.”

İletişim için: tel: 0555 430 16.34 (Sevim Korkmaz Dinç) E-posta: kadinyazarlardernegi@gmail.com

Sinem Meral