29 Temmuz 2008 Salı

KURT-KUZU-ÇOBAN


Kurt:

Açım, yiyecek arıyorum. Uzak yolları, dikenli patikaları aştım; tel örgüleri, uyanık köylüleri, güllerle kaplı kapanları atlattım ama yorgunum, tükendim. Islak çimeni, soğuk toprağı ezen pençelerimin her bir hücresi protein için yalvarıyor. Koyu kahverengi kıllarla bezeli ayaklarım halsizlik ve sabırsızlıktan titriyor. Uzaktaki beyaz bir top gözüme çarpıyor, kanlı etin kokusunu alıyorum az sonra. Taze etten ürkünce çıkan o bildik koku havaya karışıyor belli belirsiz. Derin bir nefes çekip diplerimi uyandırmak istiyorum. Ağzım otomatiğe bağlanmış gibi sulanıyor. Gücümü toplayıp olabildiğince çevik ve hızlı adımlarla beyaz topa yaklaşıyorum. Amaçsızca meleyen hayat acemisini görüyorum; gizlenmeye, avcı salgımı kaybettirmeye hiç uğraşmayacağım. Şanslıyım. Yarına kadar kendime gelmeme yeter. Şimdi yemek zamanı!

Kuzu:

Kaybettim, yolumu kaybettim. Sürüyle otlarken az ötede kıpırdayan bir siyahlık görmüştüm, merak ettim “nedir” diye. Gittim baktım yanına, sadece bir kirpiymiş. Döndüm arkama sürü yok, gitmişler. Annem şuracıktaydı. Koku gitmiş, meleyorum çaresizce. Uzağı pek seçemeyen gözlerim bir şeyin yaklaştığını mı görüyor? Yanılıyorsam niye kalbim böyle çarpıyor? Kaçmam gerekirken niye bekliyorum? Kahverengi bir şeyle kaza yapıyoruz, gelip bana çarpıyor. Off, acıdı çok… Beyaz, sivri dişler boynuma geçiyor, kanım akıyor, son bir “me” minik, siyahlı beyazlı ağzımdan çıkıyor. İç organlarım paramparça, dişlerin arasında sıkışmış midem ve kalbim. Bu bir kaza değil saldırıymış; o avcı ben de avmışım. Ufacık bedenimi kurban veriyorum. “Sürüden ayrılanı kurtlar yer” demişlerdi bir yerde. Kurt bilmediğim bir söz olduğundan aklıma takılmış öylecene. Sürüden ayrıldığıma göre bu bir kurt olsa gerek. Beni bir lokmada bol asitli midesine indirir az sonra. Ham gözlerimi zorlayıp son bir defa kurda bakıyorum. Böylesini ilk kez görüyorum, ne kadar da büyük ve vahşiymiş. Yanıyor etlerim, yemek borusunda yol alırken merakımla gurur duyuyorum: Ben bir kurt gördüm.

Çoban:

Yetişemediğime inanamıyorum. Kurt kapmış giderken gördüm kuzuyu. Başı yana eğilmiş, ne olduğunu anlamayan gözleriyle bir o yana bir bu yana bakıyor. Gıkını çıkarmaya fırsat bile kalmamıştır. Körpecikle kaçarken tozu toprağı birbirine katıyor, gözden kayboluyorlar hemen… Allahtan sürüde başka zayiat yok, bir kuzu kapabilmiş. Ben şimdi ne “deyecem” ağa babama? Kaval serinliğine esir düşüp uyuyakalmışım ağacın dibinde. Dünden de pek uykumu alamadım, “kurban bayramı” hesabı yapmaktan gece geç daldım uykuya. Bu sene ne kadar satarsan satarsın, ne diye telaş ediyorsun şimdiden. Al işte gitti güzelim kuzu, ne “edecen” şimdi, ha? O kuzu büyüyüp semirir, sana neresinden bakarsan en az bir seksenlik getirirdi. Seksen ne ki, babam yaman pazarlıkçı bunu en az yüze bırakırdı. O yüzle neler yapılmazdı, Allah beni kahrede! Güle güle yüz lira, güle güle…

Sinem Meral

20 Temmuz 2008 Pazar

şiir


Yaz
Satırbaşı
Sen şiir yazar mısın arkadaşım?
Ben yazarım.
Bir satırı öbürünü tutmaz.
Kime anlatırım, kime yazarım hiiiç belli olmaz.
Bana duygusuz damgası vurduklarından beridir kimseye sesim çıkmaz.
Korkularındandır bilirim.
Az daha dursam yanlarında erkekliklerinden eser kalmaz.
Bakma sen bana ben affettim onları.
Şimdi dünya dönüyor yine, başım hafif dumanlı.
Sırf üzülmesinler diye atıyorum bu kahkahaları.
Dün gece de sarhoştum biliyor musun,
Skeç skeç aktı hayatım gözümün önünden polise kimlik gösterirken....
Ama her şey aynıydı biliyor musun
Yani tüm felsefem...
Kafam güzel mi yaşıyorum hep yoksa ben?
Dün gece sarhoştum biliyor musun
Ben kolay kolay sarhoş olmam derken
Dudaklarım uyuşmuş kim bilir yine kime kimi anlatırken...
Ben sarhoş olmam biliyorsun
Belli ki canım çekmiş biraz sorumsuzluğu
Ağır gelmişim kendime biraz, yıkmışım yanımdakine varlığımı
Diyet mi yapmalı, kilo mu vermeli
Nasıl kaldırır insan kendini dili damağı kuruyken...