8 Eylül 2009 Salı

Rüzgar olsam...

Rüzgar olsam yüzünü okşar, yanaklarından bir makas alır kaçardım.
Teninde dolanır, kokunu içime çekerdim
Saçlarını dalgalandırırdım sen kıyılarımda dolaşırken…
Eteklerini havalandırırdım…
Yüzün kızarırdı çocuk gibi.
O sıcak nefesini nefesime çekerdim…
Püfür püfür esip ateşini alır, seni kollarından sarardım…
Hissettirmeden severdim seni…
Üzmeden severdim.
Sahiplenmeden…

Benim olmayacağını bile bile severdim seni.
Doğaya duyduğun aşk, gizlice bağlardı sana beni…
Sen de bunu fark etmezdin…

2 Haziran 2009 Salı

Bumerang


Önce sen attın sanmıştım…
Sert bir rüzgarla döne döne geliyordu üstüme.
Yüzüme çarpacağını geç de olsa farkettim.
Ellerimle yüzümü siper etmeyi düşünemedim bile.
Tam kafamı çevirirken, burnuma değdi geçti…
Yere düştü bumerang.
Ayaklarımın ucuna.

Ellerimi çıkardım saklandığı yerden burnuma götürdüm
Burnum kanıyordu.

Sonra sana baktım yeniden, sen yoktun.
Aynadan yansıyan sen; bir başka “ben” miş meğer.

Bumerangı atan, asıl benim ellerimmiş…
Nasıl da unutup kapıldım rüzgarına…
Kötülük girdabına nasıl çektim kendi elimle kendimi…

Sağ elimle atıyorum.
O bana hep soldan geliyor.
Aniden…
Döne döne…
Bir bıçak gibi.
İçime… içime…

Korkmamalıyım.
Korkutulmamalı…
Düşmemeliyim.
Düşürülmemeli…

Cesaretlenip tutsa ya hadi beni ellerim.

Ellerim nerdesin?
Söyle, bumerangı atan sen değil misin?
Benim meçhul katilim.

19 Mayıs 2009 Salı

Ölümsüz aşk "çocuk"



Lülelerini, yumuk gözlerinin önüne düşürüp annesini aradı gene bu sabah.
Minik adımlarıyla salona geldi.
Annesini bulamayınca, şaşkınlıkla karışık bir hüzün çöktü pembe yanaklarına...
Bulunduğu yerden, çıkardığı ufak tefek anlamsız sözcüklerle farkedilmeyi bekledi ilk.
Olmadı.
Sustu.
Dinledi...
Dikkatle dinledi.
Sesleri takip etmeye başladı minik adımlarıyla.
Sesler sonra kokulara karıştı.
Ah o mis kokular... Karnı öyle acıkmıştı ki artık daha fazla yürüyecek hali kalmamıştı.
Kokuları takip etti.
Ve annesi...
Şarkı söyleyip bir yandan yemek pişiren annesini görünce sevinçle “mamma” “mamma” diye seslendi.
Ellerini çırptı mutluluktan ve o yine bildik nakaratı tekrarladı.
“ mamma” “ mamma”
“ mamma” “ mamma”
“ anne” “ anne”
Annesi gördü çocuğu. Kucağına aldı, onu öpüp okşadı. Karnını doyurdu güzelce.
Sevgi yumağı oldular.
Aralarındaki o ölümsüz aşk hiç bitmedi...
Bir ömür boyu, çocuk, hep çocuk olarak kaldı...

Yakamoz


Denizlere sorarsan, sana beni anlatırlar...
İyi dinlersen eğer, hüzünlü gözlerimden akıttığım sırlarımı sana fısıldarlar...
Kimbilir yine bir günbatımında, vapurun arkasından koşan martının kanadına binmişimdir deli gönlümden...
Kıyıya vuran dalgaları, beni düşten gerçeğe sürüklerler...
Hafif ürperirim rüzgarından.

Bir yaz akşamı, meltem okşar dalga dalga saçlarımı...
Gelir öper yanaklarımdan...
Soludukça denizi, canlanır bedenim...
Durulanır ruhum...
Özlemlerim birikir içimde.
Hep ufka hasretlik çekerim...

Bulmak istersen beni,
Ufka bak bir gece.
Denize yansıyacak ışığım...
Gemilerin kuyruklu yıldızı olacağım.
Gözlerimle, aşkın imzasını atacağım pırıl pırıl denizlere...
Görürsen, hatırlayacaksın.
Senin yanıp sönen ateş böceğin.
Adını, şimdi yakamoz koymuşlar...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

ÇOCUK, NE YAPTIN SEN ÖYLE ?


Hey çocuk! Nereye ? Böyle aniden gidemezsin. Nerden çıktı şimdi bu bayılma ? Ne güzel eğlenecektin bugün arkadaşlarınla ...Selvi gibi boyun varmış, saçlarında uzun. Kim bilir, kaç kişinin yüreğini yaktı o zeytin gözler. Hadi nefes al, zorla biraz kendini. Yoksa yaşamaya takatin yok mu? Belki, henüz ölmüş babanın acısı dağladı genç ve yorgun yüreğini. Belki de anacığın düştü aklına anneler gününde, onun yanında güvenli kollarında olmak istedin.

Hey, sana diyorum, duymuyor musun beni? Böyle gidemezsin diyorum. Sorgusuz sualsiz, bir hatır almadan. Bir an için de olsa aç gözlerini. Son bir bakışla bak ve bir ışık ver bize. Hani, umutların vardı senin? Hani, kız arkadaşından hiç ayrılmayacaktın? Yok, böyle yalancılık olmaz. Sözünde durman, ölüme biraz daha direnmen lazım.

Ne yapayım senin için, söyle? Keşke her şeyi yapabilsem. Elimde bir güç olsa ve seni bu hayatta biraz daha tutabilsem. Gitme, gitme çocuk… Herkes gibi sende bu hayatı hak ediyorsun ve yaşamalısın. Son gününe kadar yaşamalısın. Keşke Tanrı olsaydım, o zaman hiç kimsenin gitmesine izin vermezdim.

Tanrım, nerdesin, şimdi nerdesin? Lütfen bir şeyler yap. Ne olur, onu alma, alma… Bırak, birkaç bahar daha görsün, yağmurlarda ıslansın, sevdiği ile gökkuşağını izlesin, annesinin dizinde uyuya kalsın. Yalvarırım sana, onu alma! Çocuk! Gel buraya, lütfen gel. Geçme o tarafa. O tarafta sana göre bir şey yok. Sen buraya, bu dünyaya aitsin… Çocuk, ne yaptın sen?! Neden gittin? Neden, neden?

11.05.2009
fethiye değer

10 Mayıs 2009 Pazar

Onun için mi ağladım yoksa kendim için mi bilmiyorum...

HATIRAM OLSUN

Arada bir çalan, ev telefonumun canhıraş sesi, beni derin uykumdan uyandırdı. Arayan, 'Yeni sevgili'. Biraz sitemli biraz canımlı-cicimli konuşmadan sonra telefonu kapattım. Her yer dandini. Bir an önce işbaşı yapmam lazım . Son iki hafta, arka arkaya yaptığım seyahatlerden sonra ev iyice dağılmış.

Önce güzel bir kahvaltı yaptım, sonra bir iki satır bir şeyler yazdım. Çalışma odasından toparlamaya başladım. Ortalıkta kitaplar, gazeteler, cdler, öte tarafta elişi malzemeleri … Ne çok ilgilendiğim alan varmış. Bir o kadar da malzeme. Oysa, şöyle içi sade döşenmiş, fazla eşyanın olmadığı bir evim olmasını ne çok isterdim. Bu gidişle hiç olmayacak çünkü içi boş evde ben ne yapacağım, kurcalamam gereken bir şeylerim olmalı.

Neyse, koridordaki ayakkabı ve terlikleri de toparladım mı süpürme işlemine başlayabilirim. Ayakkabılıkta tıka basa dolu , dolaba artık bir şey sığmıyor. İnadına son kalan terlikleri de sıkıştırmaya çalışıyorum. Yok, olmuyor. Arkadakileri düzenlemeye çalışıyorum, elime bir erkek terliği geliyor. Sonra diğer tekini de alıyorum ama bunlar kimindi, niye buradaydı hatırlayamıyorum. Hafızamı biraz daha zorluyorum. İçim birden bir tuhaf oluyor, kusacak gibi oluyorum. Sol koluma garip bir sancı giriyor. Evet şimdi hatırlıyorum…

Dört yıl önceydi, interneti yeni bağlatmıştım. Sürekli oyun oynuyordum. Oyun sırasında kişilerle muhabbet de ediyorduk. Kendisinin tiyatro oyuncusu (Adı sanı pek bilinmeyen) olduğunu söyleyen biriyle tanıştım. Tabi ki söylenenleri fazla dikkate almamam gerektiğinin bilincindeydim. Bir süre sonra sohbetlerimiz arttı, ona duygusal olarak bağlanmaya başladım. Bir gün, beni görmek için bulunduğum yere geleceğini söyledi. Bu beni çok sevindirdi. Merakla onu beklemeye başladım. Bu terliği de ona hediye olarak almıştım. Aklıma hediye olarak başka bir şey gelmemişti o zaman. Aradan fazlaca gün geçtiği halde, nedense ondan hala ses yoktu... Bir gün yine beni arayarak, arabasıyla bana gelirken bir kaza yaptığını, o yüzden gelemediğini, hastane masraflarını ödeyebilmesi için paraya ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de kötü bir şey şey düşünmeden, hemen kredi çekip, söylediği banka hesabına yatırdım.

Sonraki günler ondan bir haber bekledim ama gelmedi. Telefonları da cevap vermiyordu. Benim için inanması zor da olsa bir oyuna geldiğimi anladım. Gerekli yerlere başvurdum ama bir sonuç elde edemedim. Çünkü elimde, ona ait hiçbir kesin bilgi yoktu. Bir süre bu olayın etkisinden çıkamadım. Günlerce aldığım o terliğe sarılıp ağladım. Onun için mi ağladım yoksa kendim için mi bilmiyorum.

Zamanla gözyaşlarım kurudu. Bir sabah işe giderken burnuma hoş çiçek kokuları geldi, güzel havayı hücrelerime kadar çektim. Artık bahar gelmişti, her taraf rengarenkti. Olan olmuştu, en önemlisi benim hayatımın devam etmesiydi. Ayakkabılığın önünde, elimde terlikler bir süre daha öylece kaldım. Sonra aniden balkona gidip terlikleri dışarı fırlattım. Daha yapılacak çok işim var çünkü, bunlarla oyalanmamalıyım.




10.05.2009

14 Nisan 2009 Salı

Bir Sonbahar Günü


Kadın :" İki saatten beri peşimde. Artık halim kalmadı. Acaba bana bakıyor mu? "

Erkek: " Bir yüzünü çevirsen, ne olacak sanki. "

Kadın: "Be adam, tepeye oturacağına gel de yanıma otur. "

Erkek: "Yanına gitsem kızar mı acaba? Biraz korkmuş gibi."

Kadın: "Karnım çok aç. Üstelik sıkıştım da. "

Erkek: "İkimizde yalnızlık çekiyoruz işte. Neden bu kadar inat ediyorsun ki?"

Kadın: "Şöyle manzara izliyormuşum gibi yapayım da onunla ilgilendiğimi sanmasın. "

Erkek: "Benimle ilgilenmiyor galiba. Kahretsin, ben de bırakıp gidemiyorum ."

Kadın: "İlk andan beri, beni çok etkiledi. Çok yakışıklı. Bir de bana bak, ayy! En bakımsız günüm."

Erkek: "Ne güzel saçları var, rüzgârda bir tüy gibi uçuşuyor. "

Kadın: "Geçen arkadaşın baktığı fal doğru çıkıyor galiba. Kısmetin var demişti. "

Erkek: "Şu yaptığıma bak, bir kadının peşinden nerelere geldim ama buradan öteye gidecek cesaretim yok. "

Kadın: "Eğer tanışırsak, yaza kadar nişan falan yaparız artık."

Erkek: "Bırak oğlum sen bu işleri. Daha doğru dürüst bir işin yok. Beni böyle ne yapsın ki?"

Kadın: "Biraz daha bekleyeyim. Buraya kadar geldiğine göre mutlaka söyleyecek bir şeyleri vardır."

Erkek: "Allah bilir, beni serseri, kapkaççı gibi biri sanıyordur. "

Kadın: "Aslında ben de yanına gidebilirim, tanışabilirim ama o zaman da beni hafif biri gibi algılar. Hem ben bayanım, o gelsin. Ne diyecekse desin. "

Erkek: "Yok, yanına gidemem. Beni tersler, bağırır belki."

Kadın: "Hava da kararmaya başladı. bunun benimle alakası yok galiba . Evli falandır, kendine günlük eğlence arıyordur, kimbilir. "

Erkek: "En iyisi ben yoluma gideyim ama Allah için hem güzel, hem de hoş kız. "

Kadın: "Biraz daha geç kalırsam, annem beynimi parçalayacak. Zaten bunun da geleceği yok. Yine ben, kendi kendime gelin güvey oldum işte."


15.04.2009