18 Ekim 2008 Cumartesi


WALL STREET’E AĞIT–1
Son mali krizde “hayatını çoktan kaybetmiş” tüm kadersizlere…Anlamı bulmaları dileğiyle.

Yürek kanar, akıl kanar, el kanar, göz kanar… Gece, orman ve sonraki gece, sessizlik, her şey kanar. Etraf kırmızıdan bir göl olur. O gölde hınçöfke ve nefret çiçekleri boy verir. Garip görünüşlü ürkütücü çiçekler; vahşi, devasa, öç almak isteyen, buna yeminli… Saldırırlar bir gün, hiç beklenmedik bir anda; gözleri çıkararak, kolları kopararak, bacakları keserek. Etraf mavi olur… Soğuk, buz gibi bir mavi. Donar, damardaki kan donar. Tuz gibi beyaz olur kan, bedendeki kan. Akmaz yere… Sosyopat bir (Dr.) Frankenstein doğar, insanlığın “deep freeze” inde. Ölü ve bir o kadar gamsız. Kanı çekilmiş, içi tuzla doldurulmuş bir bez bebek gibi vitrine konur, sergilenir: İşe gider, gülücük dağıtır, ihale alır, borsa oynar, araba kullanır, büyük, öncekinden daha büyük bir ev alır, faturaları öder, tuzlarını döke döke. Ve bir gün “yok” içi, “hiç olmamış” içi son nefesini verecektir ortalık yerde. Bir deri, değiştirilmiş bir deri gibi kalabalık “duvar caddenin” ortasına yığılacaktır. Bakanı olmayan bir deri, boyalı, süslü bir deri… Gece oldu mu belediye çöpçülerinin iğrenerek de olsa iş gereği süpürecekleri bir deri… Sonrası boşluk, hiçliğe yakın.

**** **** ****
Damar kesilirken nasıl bir ses çıkar? Gözyaşı yanaktan süzülürken, tırnaklar uzarken ya da bir kirpik kendini aşağı bırakırken… Nasıl bir sestir o? O sesi son zamanlarda daha kolay duyabilirsin. Duymak için şair olman gerekmez. Acı çektiğini kurgulayabilirsin mesela; en sevdiğini kaybettiğini düşün, hayatının bir gecede mahvolduğunu, karanlıkta hiç tanımadığın bir bıçağın saldırısına uğradığını düşün. Farz et ki zorla kolunu kesiyorlar; sen masadan çekmek istedikçe onu, ızbandut gibi siyahlı adamlar abanıyorlar koluna. Işık keskinliğindeki balta yukarı kalkıp, aşağı iniyor… Kolun artık yok. Midendeki basınç çınlatsın kulaklarını, kramplar girsin yanlarına, bacağın huzursuzca sallansın yatakta. Çarşaflar buruşukken, “yorgan yanmış, kuş tüyü yastıkların devri kapanmışken” işte o anda akmaya hazır gözyaşındaki sese kulak kesil. Çağrısına sokul, anlama gel!
Sinem Meral
“TEZ” GELİP “ER”KEN GİTMESEYDİN-Radikal Genç 15/09/2008

Bazı yazarları severiz, bazılarını da deli gibi severiz. Deli gibi sevdiklerimiz de çoğunlukla “deli yazar” olurlar. Hayatlarında tonla tuhaflık, anlaşılması zor nokta vardır. Ve biz saplantılı ve sadık okurlar bu noktaların keşfine çıkarız. İsteriz ki deli gibi sevdiğimiz o “deli yazarın” her şeyini bilelim; kime âşık olduğunu, ailesini, yaşadığı kentleri, ülkeleri, geçirdiği hastalıkları, en sevdiği rengi, onu etkileyen yazarları, mümkünse en sevdiği elbiseyi. Sonra o saplantılı ruh halimizle çeşitli oyunlar oynarız kendi kendimize, ortak yönlerimizin çıkması için din değiştirmeye bile razı olarak. Eğer onun doğum günü Çin takviminde doğum günümüze denk geliyorsa Budizm’e inanmaya bile başlayabiliriz. Çünkü biliriz ki bizde ondan bir değil birçok parça bulunur. Oyunbaz aklımız böyle böyle birden çok ayrıntıyla uğraşırken biz “deli yazarın” tazısı olmuşuzdur bile.

Tezer Özlü’yü de bir okur ancak böyle sevebilir; onun kokusunu kuytuluklarda bulmaya çalışarak, ona nüfuz etmek için derisine yapışmayı isteyerek, onun ikizi olmaya, karanlık ruh dehlizlerinde sağa sola çarparken onun elini tutmaya can atarak. Belki “Çocukluğun Soğuk Geceleri”nin 45’inci sayfasında belki de gözyaşlarımızın ıslattığı “Yaşamın Ucuna Yolculuğun” 10’uncu sayfasında karar veririz onu bırakmamaya. Sadece yazar olma derdinde değildir, doğasındaki ağır gamı teşhir etme derdinde hiç değildir; sadece anlatır, anlamı ararken bizi de davet eder sahici yolculularına. Asla istemez kendisine Tezer Özlü denmesini; çünkü o sadece Tezer’dir, hatta tezer.

Tezer, yaşamın temel kaoslarına dalarken onun edindiği deneyimlere, ruh evindeki değişimlere tanıklık ederiz. Bir gün aşırı mutlu, başka bir gün intihar gerilimli diliyle hiçbir yere ait olmayan bedeni inanılması zor bir samimiyetle dolaşır sayfalar arasında. Kitaplarında beden, aklın ve ruhun ebedi tesellisinde orta ölçekli bir aktördür. Hayat suyu zihindir; o da durmaz, sürekli arayış halindedir. Eğer beden kendini bir akıl hastanesinde ya da Svevo’nun şehrinde bulursa okurları buna şaşırmaz, olağandır bu Tezeristan’da. Çünkü, beden bunun için vardır; sevişmenin yalnızlaştırıcılığını, şok tedavileriyle başkalaşmayı, sütlü kahve içmenin zevkini ya da Prag’daki bir otel odasında yazı yazmanın çekiciliğini bize ancak beden söyleyebilir. Tezer de bedeniyle tüm bu tünellerden geçmiş, acı suları içmiş, hayat hüznünü daimileştirip öyle bakmıştır yaşama da ölüme de, durduğu yerde hem sakin hem muhalif hem de bağışlayıcı olmayı bilerek…

Cam fanusu kıran eli kanlı bir yazardır Tezer Özlü. Yarın onun doğum günü; en küçük hücrene, en ufak düşünce kırıntına kadar iyi ki doğdun, iyi ki geçtin bu diyardan…Gidişi erken “deli yazar”, bir başka bedende yeniden doğ e mi!

Sinem Meral

16 Ekim 2008 Perşembe

Dağlarcayı kaybettik



Ağır Hasta


Üfleme bana anneciğim korkuyorum,
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Annecigim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış..

Fazıl Hüsnü Dağlarca

4 Ekim 2008 Cumartesi

SU


Şimdi sana bakınca sanki çok yakında olup bitti her şey.
Ve düşününce aslında ne kadar uzakta kaldım olan bitenden.

Midem bulanıyor galiba kusacağım.

Biri camları açsın ne olur ben mıhlanıp kaldım sanki
Kayboldum demeye dilim varmıyor ama neredesin deseler
Verecek cevabım yok

Hava hızla kararıyor göremiyorum önümü
İstemeden düşüyorum olduğum yere
Bir ince çığlık en uzaktan gelip
En uzağa gidiyor
Sen orda bir yerdesin, duruyorsun
1 saniyeliğine duyuyorsun onu
Ama ben geldiğinden gittiğine hep yanındayım
Ve geçen yine sen geldiğinde aklıma
Yemin üstüne yemin ettim belki bininci kez
O günden beri dinmedi içimde çığlık
Senin yokluğun da aratmadı varlığını bana

Zor şimdi kendime hakim olmak, elime koluma
Hepsi özerk olmuşlar başıma
Parmaklarımı batırasım var gözlerime
Bunu mu istemiştin sen bana bakma derken?
Bu his evsizlik, duvarsız kocaman boşlukta
Yalnızlıktan da beter ya bir anda kaldırınca başını karşında bulursun
Bu his bensizlik sanki
Başka biri gibi bir anda yabancı olursun
Bu sanki ailesizlik gibi kimse yoktur duvarlara bakarsın ağlarken
Kime anlatayım seni diye bu sensizlikte

Ayıp çok, hiç yakışmıyor hanım kişiye
Ağız dolusu saydırasım var sana
Ve nasıl değişirim sen iyi bilirsin

Hiç yakışmadı bunlar şimdi anlatacağım şeylere

Zorla kalkıyorum ayağa
Önüm arkam sağım solum belli değil ama olsun bir adım
İleriye attığımı umuyorum ama bilemem ben tabii yine

Ayağımın altından bile çığlıklar yükseliyor sanki
Biri açmış bunların sesini
Bunu da yapan sen misin
Sıcak giderek artıyor mu bana mı öyle geliyor
Bir su sesi duymak istiyor canım belki az rahatlatır
Biraz daha yürüsem bir ileri kaç geri belki varırım bir yere
Sanki bir taraftan ışık geliyor ama bilemem ki nereden
Sağım solum diyemeyince sakat kalıyormuş insan meğer
Ruyamda terlemişim de uyanmışım gibi anne desem
Yukarı çıkıp bir su verir mi bana
Anne sesim uzamıyor zamanda o çığlıklar gibi
Bana bile erişmiyor benden giden ses
Yokmuş bunun çaresi

Peki
O zaman
Tamam
Uzlaşma cümlelerine geldi sıra
Başa çıkamayınca zorluklarla

Oturuyorum olduğum yere
Bir ağaca yaslıyorum sırtımı
Ya bayılıp kalacağım ya da numara yapacağım
İyi sayılırım kendimi kandırmakta o zaman
Büyükçe bir taş alıyorum elime
Suymuş o hayat suyuymuş ben
Kana kana içiyorum
Sakinleşiyorum
Hepsini bitirmiyorum ki tek seferde
Daha sonra da susarsam kalsın diye
Sıcak git gide artıyor da lanet olası
Karanlık daha ne kadar kararabilir
Ellerim kararıyor saçlarım kararıyor
Kayboldum demeye dilim varmıyor ama neredesin deseler
Verecek cevabım yok

Gözlerim kapkara oluyor ama açık tuttuğumdan eminim onları
Herkes ışık arıyor burada sanki ben bilmiyorum
Yalnız hissettirmeye çalışıp beni sucluyorlar sonra
Kimlerle karşılaştım bana yine de anlatmak güç.
Neler neler vardı aklımda tek bir kelimesini değişsem başkasıyla
Herkes aşık oluyor şeffaf arkadaşım sana tüm diyebileceğim
Ben olmayınca suç oluyor.


*belki devam eder...
belki de etmez.